Devlet, emekliye daha yüksek maaş versin, sosyal güvenlik şemsiyesi altında olana daha fazla ücretsiz sağlık hizmeti sunsun istiyoruz.
Bunu istiyoruz ama DİSK’in araştırmasına göre, özel sektörde çalışanların yüzde 64.7’si asgari ücret artı yüzde 10 bandında maaş alıyor.
Gerçekte durum elbette böyle değil. Onbinlerce çalışan açıktan maaş alıyor, prim ve vergi ödemiyor.
Doktorları bile asgari ücretten maaş alır gösteren özel hastaneleri var ülkemizin.
Devlete mümkün olduğunca az verip, devletten mümkün olduğunca çok almaya çalışmanın bizi götüreceği yer iyi bir yer olmaz.
Bakın Yunanistan’a, sağlık harcamalarını geçtim, yaşadıkları krizden sonra 11 yıl boyunca emekli maaşlarına zam yapamadılar.
***
Türkiye’de eğitim ve öğretim dediğimiz şey, uzun zamandır sadece öğrenime endekslenmiş durumda.
Öğrenim sistemimiz de lise ve üniversite sınavlarını kazanmaya odaklı, test çözme pratiğine dayanan bir sistem.
Oysa bizim iyi yurttaşlar yetiştirmemiz lazım.
İyi bir eğitim sistemi, devlete karşı sorumluluklarını yerine getiren, 1980’lerde başlayan “fiş almazsam kaça gelir” sorusunu aklına getirmeyen, servet sahibi olmayı değil, ahlaklı yollardan servet sahibi olmayı önemseyen, lüks markalar kullanarak daha değerli olunamayacağını bilen, israfa karşı çıkan, günlük yaşamda asansör kapısında sıra beklemeyi bilen, dişini fırçalarken suyu boşa akıtmayan nesillere ihtiyacımız var.
Bu hedefe ulaşacağımız tek yer okullarımız, okullarda da ahlak derslerimiz.
Milli Eğitim Bakanlığı, geçtiğimiz dönemde bu dersin içeriğiyle ilgili çeşitli çalışmalar yaptı ama belki daha radikal adımlar atmalıyız.
Mesela ahlak derslerini din bilgisinden ayırıp, eğitimini de din bilgisi öğretmenleri yerine felsefe öğretmenlerine verdirmeyi düşünebiliriz.
***
Lise ve üniversite sınavında sorusu çıkmayan ders, öğrenci ve veli tarafından ders bile sayılmıyor maalesef.
Daha kötüsü veremediklerimiz değil, çocuklara ne verdiğimiz kısmını konuşmak aklımıza gelmiyor.
“Sahte sağlık raporu alabilirsen, daha çok test çözer, arkadaşlarının önüne geçebilirsin” öğretisiyle bir kuşak yetiştirdik.
Sistem sonradan müdahale etti ama bu öğretiyle yetişen yetişti, ardından “Açık Lise”ye kayıt olup okul angaryasından kurtulma zamanı geldi, sistem ona da müdahale etmek durumunda kaldı.
Zamanında ahlak eğitimini doğru veremediğimiz velilerin hırsı ve başkalarının önüne geçmek için her yol mübah anlayışı getirdi bizi bu noktaya. Değerler eğitimi ailede başlar, okul tamamlayıcı olur ama değerleri ilk delik deşik eden biz veliler olduk.
Eğitimde haksızlığı “çocuğumun geleceği için” zarfına koyup, devletten vergi ve SGK primi kaçırmanın vicdani yükünü “Tek enayi ben miyim?” diye rahatlatmaya çalışmak, başkasının hakkına göz dikmeyi “Ben yapmasam başkası yapacak” diye açıklamak geldiğimiz nokta.
Özalizm döneminde Türkiye’de “iş bitirici” diye tanımlanan insanlar sevilir oldu, işin hangi yolla bitirildiğine bakmayı unutturdular bize.
Liberalizm içerisinde de bir felsefi çeşitliliği ve ahlak arayışı vardır aslında, en azından bu arayışa dair çok kitap yayımlandı.
***
Yazıyı kısa bir örnekle bitireyim:
Çocuklara okullarımızda atasözleri öğretiyoruz ya, Ankara, Oran’da bir okulun panosunda yer alan atasözü örneklerine bir bakın lütfen.
Atasözlerini öğretmek iyi de, o sözlerin mesajları üzerine biraz da kafa yormak gerekmez mi?
Bizim iyi yurttaşlara ihtiyacımız var, iyi doktor, iyi hâkim, iyi asker yetiştirmek kadar önemli bu alandaki ihtiyacımız.
Hırslı velilere, kaynağı belirsiz-tartışmalı servetini değer birimi olarak gözümüze sokanlara karşı tek silahımız bu olabilir bizim…